İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun İl Yönetimi Kapasitesinin Geliştirilmesi Sempozyumunda Yaptığı Konuşması

Tarih: 03/12/2017

Birlikte güzel bir sempozyuma imza attığımız, Hacettepe Üniversitemizin çok saygıdeğer Rektör; burada bizlerle birlikte olan çok değerli İstanbul Valimiz; kıymetli Müsteşar Yardımcımız; bu önemli etkinliğin düzenleyicisi olan kıymetl imesai arkadaşımız İller İdaremizin çok Saygıdeğer Genel Müdürü Doçent Doktor İlker Gündüzöz Beyefendi ve iki gündür burada bilgilerini, öngörülerini ülkemizin menfaati için ortaya koymaya gayret gösteren, dünyanın yönetimler açısından nereye gittiğini iyi gören, onu bugünkü halimizle, ihtiyaçlarımızla harmanlamaya çalışan kıymetli akademisyenlerimiz, mülki idari amirlerimiz, kıymetli hanımefendiler, saygıdeğer beyefendiler ve sevgili basın mensupları arkadaşlarım; öncelikle böyle bir toplantıda bulunmaktan, böyle bir emeğin, böyle bir enerjinin içerisinde olmaktan büyük bir onur duyduğumu ifade etmek istiyor, teşvikleriniz için ve katkılarınız için çok teşekkür ediyor, hepinizi sevgilerimle, saygılarımla ve hürmetlerimle selamlıyorum.

Çok kıymetli katılımcılar, iki gündür kamu verimliliğini artırmak, il yönetimleri noktasında vatandaşlarımıza sunduğumuz hizmetlerin kapasitesini, devletin kendi işleyişini sağlamak açısından, kendi hizmet kapasitesini artırmak üzere burada önemli bir emek ortaya koydunuz. Öncelikle bunun için hepinize ayrı ayrı tekrar teşekkürlerimi ifade etmek isterim.

Hepinizin açıkça bildiği gibi, dünya büyük bir değişim, ciddi bir iletişim kapasitesi artışıyla karşı karşıya. Ancak, bu değişimlerin il yönetimi noktasında yarattığı talebi acaba sadece personel sayısını artırmak suretiyle karşılamak mümkün olabilir mi? Yani dün 100 kişilik bir il yönetimini bugün 300 kişi yaparsak aslında bu toplantıya gerek kalmaz mıydı? Bu sorunun cevabı, esas itibarıyla hangi ülkenin vatandaşı olduğunuza göre de değişmektedir.

Bakın, dünyada Suriye gibi, Irak gibi kitlesel göç hareketleriyle ve iç savaşlarla uğraşan ülkeler var. Türkiye gibi çok oyunculu bir satrancın ortasında hem insanlık onurunu, hem de kendi güvenliğini korumakla mükellef olan ülkeler var. Ama bunun yanında, Avrupa’nın sıra dağları arasında sıkışıp kalmış, kişi başına geliri oldukça yüksek, her tarafı yemyeşil, belirgin bir siyasi sorunu olmayan, komşularıyla da çokça bir teması olmayan ve bütün ülkedeki güvenlik personeli sayısının belki bizim ülkemizdeki ortalama bir ilin polis sayısı kadar olduğu ülkeler de var. Şimdi, bu ülkeler açısından dünya çok problemsiz bir alan. Bürokraside ihtiyaca yönelik değişiklik yapmak için 10 tane personel daha almak, belki meseleyi kökten çözebiliyor. Belki bilgisayar yazılımını sisteme entegre etmek büyük bir yatırım gerektirmeyebiliyor. Ancak, Türkiye gibi uğraştığı problemleri çok çeşitli olan, yüzyıllara dayanan, rekabetlerle uğraşan bir ülke için hiçbir mesele basit değildir ve hiçbir mesele görüldüğü gibi de değildir.

Bizim sınır güvenliğimiz ciddi bir meseledir. Bizim ekonomik adımlarımız ciddi sorumluluk gerektirir. Bizim yaptığımız barajlar, bizim yaptığımız yollar, hatta bizim yaptığımız anayasa değişikliği bile nedense başka ülkeleri çok yakından ilgilendirir. Tarihimiz bunun örnekleriyle doludur. İşte en son 16 Nisan referandumu, bunun en açık örneğidir. Hangi ülkenin anayasa değişikliği için başka ülkelerin sokaklarında, meydanlarında mitingler ve gösteriler düzenlenmiştir?

Menderes dönemiyle ilgili önemli analizlerden bir tanesidir. Bir adet baraj yapılması Menderes dönemi için planlanmıştır. Bugün kendi memleketinde çadır mahkemesi kuran Amerika, o dönem Türkiye’nin ancak bir baraj yapabilmesi için konusunda bir planlamayı ortaya koymuştur. Ama 10 yılda toplam 21 baraj yaptığı, bunun rahatsızlık uyandırdığı ve ortaya çıkardığı sonucun ciddi bir şekilde etkilerini birçok kaynakta hep beraber okuduk, gördük. Hatta bu, darbenin gerekçelerinden birisi olarak da sayılmıştır.

İşte bugün binlerce kilometre ötede, biraz önce bahsettiğim bir çadır mahkemesi kuruluyor, mahkemenin en önemli tanıklarından bir tanesi açık açık tehdit ediliyor, “kendimi kurtarmak için bu ifadeyi verdim, veriyorum” diyor ve bu mahkemeyi de dünya izliyor. Bir şeyler sorgulanıyor. Bu mahkeme hangi ülkeyle ilgili? Cevap, Türkiye. Mesela Lüksemburg değil, kişi başına düşen milli geliri dünyanın en yüksek ikinci ülkesi, ama kimseyi ilgilendirmiyor. Dünyanın en büyük ülkesi de değil, en güçlü ülkesi de değil. Siyaseten herhangi bir konunun içinde adı da geçmiyor. Ama Türkiye öyle değil, bütün adımları izleniyor, bütün adımları takip ediliyor ve elde ettiği her gelişime göre bir tepki üretiliyor. Attığınız adım, modern İpek Yolu’nun yeniden ihyası ve inşası, sadece Anadolu coğrafyasını ilgilendirmiyor, Avrupa’yı, ta Çin’i ve Doğuyu, Batıyı, Ortadoğu’yu, Balkanları, etrafımızdaki ve ulaşılabilecek tüm coğrafyayı ciddi bir şekilde ilgilendiriyor.

Biz dünyanın ticaret açısından da, stratejik açısından da en önemli iki gölünün sahibi bir ülkeyiz, eklektik değiliz, orada sadece turistik seyahat yapmıyoruz. Birisi ticaret açısından Akdeniz Gölü, dünyanın en önemli gölü; diğeri Karadeniz Gölü de iki büyük süper güç arasında her an savaş çıkarabilecek nitelikte bir stratejik göl. Biz, aynı zamanda elini açmış enerji bekleyen, “acaba 25 yıl sonra bir doğalgaz kriziyle karşı karşıya kalır mıyım” diye endişe eden Avrupa’ya dünyanın en selametli, en iyi enerji geçiş güzergahının tam göbeğindeyiz, ortasındayız. Etrafımızdaki coğrafyaya hep beraber bakalım.
Ve yine ifade etmek istiyorum ki, doğumuzdan nitelik, batımızdan da nicelik olarak beşeri kaynak açısından üstün bir ülkeyiz.

Şimdi bütün bunlar varken, bir tarafta güneyimizde ve hafif doğumuzda Şii-Sünni mücadelesinin ortasında sizi bırakmaya çalışıyorlar, yukarımızda da, kuzeyimizde, batımızda da sizi İslamofobiayla, İslam karşıtlığıyla karşı karşıya bırakmaya çalışıyorlar. Hele attığımız adımlar biraz iriyse, söylediğiniz sözler tarihimize, tarihinizle, müktesebatınızla, değerlerinizle, iddialarınızla, ideallerinizle ilgiliyse, insanlık çerçevesi ilişkinizle çok daha fazla ilgilenirler. Ben şahsen sadece Amerika’da böyle çadır mahkemesinin bugüne kadar kurulmasının eksiklik olduğunu düşünüyorum. Eğer Türkiye bu kadar önemli adımlar atmışsa; sadece kişi başına gelir seviyesini 3 bin dolardan 11 bin dolara getirmişse; bundan 200 yıl ve 300 yıl önce yapamadığı Süveyş Kanalı’nın veya Don ve Volga arasındaki yapamadıklarını bugün Marmaray’la, Osman Gazi Köprüsüyle, Avrasya Tüneliyle ikame edebiliyorsa, başımıza daha büyük felaketler getirirlerdi, geç kaldılar. Bunu çok net, açık ifade ediyorum. Bunu da bu toplantıda söylüyorum, çünkü bu toplantı bununla alakalı. Burası Türkiye’nin yazmış, çizmiş, okumuş, memleketine de emek veren insanların bulunduğu bir toplum. Kimi katılımcımız profesör, kimi katılımcımız alim, kimi katılımcımız bu konularda dirsek çürütmüş, kalem yazmış ve bu konularla kendisinin ve memleketin ilgilenmesi lazım geldiğini ortaya koymuş insanlarımız. İşinizin kolay olmadığını söylemeliyim çok net ve açık bir şekilde.

Biz siyaset yapıyoruz. Siyaset yapanın ortaya koyduğu çizgi, temel yaklaşım çok net ve açıktır. O, hedef politikaları belirler. Nasıl bir politik belirginlik olması lazım geldiği noktayı koyar, işaretler koyar ve aynı zamanda da öncelikler ortaya koyar.“Hedef çizgimiz budur, politikamız budur, yolumuz budur, ama önceliklerimiz de bunlardır” der. Esas bundan sonra yapılması gereken en önemli meselelerden bir tanesi, buradaki güzergahda nasıl yol alınacağının, nasıl selametle gidileceğinin belirlenmesi ve ileriye gidilmesidir.

Şimdi dünyadaki bu iletişim aygıtının hayatımızın her alanına dokunduğunu hissetmeden bir yönetim anlayışı ortaya koyabilmek mümkün müdür? Şunu ifade etmek istiyorum ki; mümkün değildir.
Birçok arkadaşlarımızla bugüne kadar çeşitli vesilelerle toplantılar yaptık. Kah valilerimizle, kah kaymakamlarımızla, kah emniyet müdürlerimizle, kah jandarma komutanlarımızla, kah bir taraftan asayiş müdürlerimizle, bir taraftan istihbarat müdürlerimizle, bir taraftan kaçakçılık organize müdürlerimizle, bir tek şey söyledim onlara: Artık işimiz sadece olay bazlı bakmak değildir, bu Türkiye’ye yetmez. Çünkü neredeyse hava alanı sayımızın 56’ya çıktığı, etrafımızdaki coğrafyada… Biraz önce Ulaştırma Bakanımızla geldik. Trabzon Havalimanındaki gelen yolcu kapasitesi 4 milyon. Şu ana kadar… Bu çok önemli bir rakamdır. Hemen yanı başında yeni açılan Ordu-Giresun Havaalanı’na 2,5 milyon. Oysa bundan 2 sene önce ikisinin toplamı 3 milyondu. Demek ki büyüme o kadar hızlı gelişiyor ki, bizim bu büyümenin gerisinde kalabilmeye yönelik anlayışımızı bir kere daha gözden geçirmemiz gerekli olduğu bir zaman dilimi içerisindeyiz ve biz büyük fotoğrafı görmeliyiz.

Dünyada ne oluyor? Ülkemiz nereye konumlandırılmaya çalışılıyor ve bunun için de neler yapabilme kabiliyetine sahipler? Öteki taraftan da mikro meseleleri bu fotoğrafın parçalarının kendi ülkemize oturtup, özellikle tehditleri öngörmeliyiz, fırsatları öngörmeliyiz ve aynı zamanda da buna ait stratejiler ve yine buna ait ifade etmek istiyorum ki yol güzergahları belirlemeliyiz, öneriler ortaya koymalıyız; tüm arkadaşlarıma söylediğim budur. Eğer kafamızı kendi bulunduğumuz olay içerisine gömersek, bir bakmışız ki dünyada o kadar farklı gelişmeler olmuş ki biz arkasında kalmışız.

Ve elbette ki özellikle yaklaşık 5 ana konuda bir belirleyicilik ortaya koyduk. Ve koyduğumuz mesele şu: Özellikle kamu yönetimindeki en temel problemlerden birisi olarak, çözümünü arkadaşlarımız yapacaklar, ama ben işleyen makinenin nerede problem gördüğümü anlatmakla mükellefim. Becerikliysem çözümünü de ortaya koyarım veya çözüm alternatiflerinden bir tanesini ortaya koyarım. Ama derinliğini ölçmek, hangisinin olmasını daha iyi ortaya koyabilmek, ortalama bir istişareyle, karşılıklı bir akıl dayanışmayla ve işin esas itibariyle matematiğini iyi belirleyebilecek akademiayla yapılabilecek işlerden bir tanesidir. O kadar açık ve nettir.

En temel problem, entegrasyon ve koordinasyondur, kamuda gördüğüm en temel problem…. Ve buna yönelik, entegrasyon ve koordinasyona yönelik, kurumlardan biri jandarma, ötekisi polis, eğer bunların hala -şimdi öyle değil çok şükür- birbiriyle olan iletişimi, aynı zamanda birbirleriyle olan veri transferleri, aynı zamanda birbirleriyle olan zamansal duygudaşlığı eğer kuramıyorsanız, güvenliğinizi siz değil başkaları idare eder. İki iki daha dört…

Ve yine bütün bunlarla birlikte en önemlisi, belki de buranın temel konulardan bir tanesi, hizmetin kalitesini ve kamu hizmetinin kamu verimliliğini artırabilmemiz. Burada çok üst bir noktada olduğumuzu söylemeliyiz, bunun çok dünyadaki örneklerini biliyoruz, nasıl çalıştırıldığını, nasıl sonuç üretilmeye çalışıldığı çok net bir şekilde biliyoruz. Ve biz kamu verimliliği konusunda çok önemli bir yol almak durumundayız.

Şunu ifade edeyim: Kamunun yaptığı inşaatlardan tutun da vatandaşla kamu hizmet kişisinin karşı karşıya geldiğinde uyguladığımız yöntemlere kadar hepsinin, ama hepsinin teker teker verimli hale getirilebilmesi noktasında yönetmelikler ortaya koymak lazım, bu da sahaya gitmeden olmaz. Sahada görmek, sahada eksiklikleri tespit etmek ve en önemlisi iyi uygulama örneklerini sahada görüp yaygınlaştırmak gerekir. Çünkü insanoğlu, her birinin kendine ait önemli ve üstün özellikle var… Her birinin… Kimisinin hafızası kuvvetli, kimisinin konuşma kabiliyeti kuvvetli, kimisinin boyu uzun, kimisinin boyu kısa, kimisinin el sanatı çok iyi ama kimisinin de yazı yazma kabiliyeti ve kompozisyon içeriği üretme kabiliyeti yüksek; bunların hepsi önemli bir özellik ve Allah’ın insanlara ayrı ayrı lütfettiği özelliklerden bir tanesi. Ama buradan çok önemli sonuçlar çıkabilir ve bu iyi uygulama örneklerini Amerika’yı yeniden keşfetmeden, başka bir noktaya hemen uygulayabilme kabiliyetine sahip olabilmek, avantaj olarak ortaya konulmalıdır.

Ve yine burada özellikle bir şey daha yapmak gerekir. Özellikle birçok kağıtlar yazılır, birçok genelgeler ortaya konulur, birçok talepler ortaya konulur, aslıda bunları ortak strateji belgesi olarak da dillendirmek lazım gelebilir. Ama ifade etmek istiyorum ki, bu ortak strateji belgelerini dönem dönem sırf ortak politika belgesi, ortak strateji belgesi olarak aşağıyla paylaşmak gerekir.

Benim gördüğüm bir şey var, Ankara’yla, merkezle taşra arasında, taşrayla da vatandaş arasında ciddi bir ilişki kopukluğu var. Tam da yönetmememiz gereken alanlardan bir tanesi budur. Bazen ortaya koyduğumuz bir karar aylar sonra taşraya, ondan daha fazla aylar sonra da vatandaşa ulaşıyor. Demek ki, burada hem yukarıdan aşağıya dikey, hem de yatay olarak bir eksiklikle karşı karşıyayız. Bütün bunları düzeltebilecek bir kabiliyete hep birlikte ulaşabiliriz, bizde de bu yetenek var, bu kadar açık ve net, ama işin üzerine düşmek lazım, bazen kötü adam olmak lazım, bu çok net.

Benim anlamadığım bir şey var, siyaset elbette ki demokrasinin getirdiği önemli bir ayrıcalığa sahiptir. Vatandaşla ne kadar inatlaşır, ne kadar inatlaşmaz, siyasetin kendi doğasında bu vardır. Ama uygulayıcılar özellikle kendi kurallarını anlatmak ve ilkelerini ortaya koymak zorundadır. Devlet bir kurallar bütünüdür. Herkesin istediğini istediği gibi yapabilme kabiliyetine sahip olduğu bir alan, bir mecra falan değildir, çünkü kurallar vatandaşın her birinin menfaatine yönelik oluşturulmuştur. Ama şunu da söylüyorum: Bu kadar yaygınlaşmış ki, bunu iyi ilkelerle ve iyi kurallarla gerçekleştirmek durumundayız.

Yine önemli olan meselelerden bir tanesi de sistem, yine benim görebildiğim kadarıyla bu çalışmada buna ait çok iyi sonuçlar bulacağımıza inanıyorum. Bu yol güzergahında da nasıl yürüyeceğimize inanıyorum. Yani sistem özellikle performans ölçme ve izleme üzerine kurulmalıdır. Bütün sistem bunun üzerine kurulmalıdır. Eğer sistem bunun üzerine kurulursa ancak bir sonuç alabilme kabiliyetine sahip olabiliriz. Nesnellik bu konuda bizim tek ölçeğimiz olması lazımdır. Bunu yaparsak, bunu yapabilirsek burada geleceğe ait çok önemli bir sistem oluştururuz. Ve yine en önemli meselelerden bir tanesi de, teknoloji…

Ben dün sabah saat 9’da bizim milli bir onurumuz ifade edilebilecek insansız hava araçları üretim merkezini ziyaret ettim. Ben bir Türk evladıyım. Kendi ülkemle gurur duyduğum en önemli zaman dilimlerinden bir tanesinden geçildi hepsi bizim çocuklarımız hepsi. Kimisi bilgisayar mühendisi, kimisi bir teknisyen, kimisi bir sanatkar, zanaatkar hepsinin ayrı ayrı özellikleri var, ama hepsi bu ülkenin belki de bu dönemde en çok ihtiyacı olan bir anlayışı … bazı imalatlarımız var bunların 10 yıl sonra olması bize çok şey kaybettirmeyebilir bugün olması iyidir, ama 20 yıl sonra olması bize çok şey kaybettirmeyebilir. Ama bugün bir insansız hava aracına sahip olmamız hem dünyaya bir mesaj açısından hem de kendi özgüvenimizin yüklenmesi açısından ve hem de ifade etmek isterim ki bugün ihtiyaçlarımız açısından kaçınılmazdır. Allah’a hamdolsun ki bu Türkiye’de üretilebilme kabiliyetine ve üzerine de ay yıldızlı patent basılabilme kabiliyetine sahip olunmuştur. Bu önemli bir şeydir. Ve şimdi geçen yıl Muhammet Fatih Safitürk şehit edildi. Arkadaşlarıma dedim ki, “bu kaymakamlığı yıkın 1 hafta içerisinde, burada yeni bir kaymakamlık yapalım. Artık o kaymakamlığın çalışmasını istemiyoruz.”
Ondan 3-4 ay sonra tekrar Mardin’in Derik ilçesine gittiğimde bir okul temeli atıldı. Adına “Muhammet Fatih Safitürk” dendi, ben de gittim bir gece akşamüstüydü, akşam da olmuştu hatta. Bu sene ölümünün yıldönümünde biz gittik o okulu hizmete açtık. Bunu bir özel sektör, bir özel müteşebbis kendi anlayışıyla beraber gerçekleştirdi ve bitirdi. Biz daha projesini yeni bitirdik kaymakamlığın… Ölçü budur. Bir şeyi eleştiriyor değilim ama bir şeyi tespit edin ve bunu hızlandırmamız lazım geldiğini ifade etmek istiyorum. Bir öncelik olarak ortaya koyduğumuz bir süreci bizim açımızdan oraya daha güçlü, daha görkemli, daha kullanılabilir, daha bizi ifade eden ve aslında bir ölümü ve bir şehadetin bizi pes ettirdiği değil tam tersine daha ilkeli bir duruş ortaya koydurduğu bir anlayışı yansıtabileceğimiz birşey imal ettirmek istedik. İnşallah önümüzdeki yıla buna yetiştirebilme fırsatına sahip olabiliriz. Tam da anlatmak istediğim budur. Performans, ölçme ve esas itibariyle izleme takip etmeli.

Şimdi burada elbette ki bunları ifade etmemdeki temel maksat bu çalışmanın bizim açımızdan hem yaptığımız işlerin hem de zihnimizin zenginleştirilmesine yönelik büyük bir katkı ortaya koyacağıdır. Kıymetli dostlarımız, beslenmeyi de dışarıdan yapıyoruz, vücut kendi içerisinden beslenmiyor. Suyu dışarıdan içiyoruz, yemeği dışarıdan yapıyoruz, ama zihni melekelerimizi bazen kendi kendimize yettiğimize inanıyoruz. Böyle bir şey söz konusu değildir, hiç birimiz için değildir. Ya istişareyle meşgale ya çok öğrenmeye ya çok okumaya ama bunun elbette ki bir karşılıklı danışmaya ihtiyacın olduğu Meclis’e getirmek durumundasın demokrasi bunun üzerine vaaz edilmiştir. Ve esas itibariyle de bunun üzerine ikame edilmiştir.

Mesele sadece ekonomik olarak güçlü olmamız meselesi değildir. Bu gücün dünyanın neresinde elde ettiğinizle ilgili Afrika’nın veya Güney Amerika’nın kenarında, köşesinde elde ettiğimiz bir ekonomik güç hiç kimse için bir sorun teşkil etmemektedir. Ama bulunduğumuz coğrafya da 15 yıl içerisinde ülkenize kazandırdığınız her artı değer birileri için her daim ciddi bir sorun oluşturmaktadır.

Bakın, Türkiye yönetim sistemiyle ilgili hükümet yönetim sistemiyle ilgili bir karar verdi 2019’da. Bu tarihimiz açısından, yönetim sistemimiz açısından, geleceğimiz açısından da kritik bir karardır. Bizim topyekun yapmamız gereken sadece siyaseti değil bu konuda siyaset elinden geleni yapıyor, yapacaktır. Ama topyekun üniversitemizin, iş camiamızın, odalarımızın da, borsalarımızın da, dişçimizin de, avukatımızın da, doktorumuzun da, üniversitedeki öğretim üyemizin de her birinin, ama her birinin yapması gereken şey 2019’un altını tam anlamıyla bu hükümet sistemi çerçevesinde doldurabilmektir. Biz 2019’da reyler sandığa konulduktan ve sistem ilk güne geldikten itibaren depara kalkmalıyız ve ona hazırlıklı olmalıyız. Ve bu geçen zaman bu iki yıllık önümüzdeki zaman bunun için en önemli bir alanı ve verimli bir alanı oluşturmaktadır. Eğer 2019’dan sonra Kasım’ından sonra bizler tekrar acaba ne olacak diye bir değerlendirme içerisinde olduğumuz andan itibaren bu bizim hedeflerimize olan yaklaşmamızı mesafe mesafe durduracak kuvvettedir. Bizim beklemeye tahammülümüz yok, çünkü dünya beklemiyor, sürekli üretiyor ve sürekli rekabet içerisinde ve biz bu rekabette ön almalıyız ve öne geçmeliyiz. Sadece rekabet yapmıyor, sahada faullü hareketler yaparak bizi geri düşürmeye çalışıyor.

Biz 60 darbesini yaşadık. Çok yıllar sonra İngiliz gizli belgelerinde 60 darbesinin Amerika tarafından yapıldığı neşrediliyor. Çok yıllar sonra, 30 yıl sonra biz bunu ancak öğrenebildik. Biz 80 darbesini yaşadık yine çok yıllar sonra biz darbenin Amerika tarafından “bizim çocuklar harekatı başardı” diye kendi kendilerine sevinç çığlıklarıyla karşılaşıldığı bir tablonun oluşturduğunu öğrendik. Daha 28 Şubat’ın hangi menşeilerden hareketlendiği, ülkelerin gizli servislerinin belgelerinin ortaya çıkmadığı için kendi zihnimizde bildiğimiz halde burada deklare etmiyoruz. Ardından 15 Temmuz. Yani her birimizi aklı başında insanlarız, şu Fethullah Gülen denilen sümsüğün bu işi yapabileceğine inanıyor muyuz? Allah ıslah etsin … Onun yapabileceğine inanıyor muyuz? Bunu 6 yaşında bir çocuğa sorsak bir adam darbenin müsebbibi ve bir ülke de muhafaza altında bu darbeyi kim yaptı diye bir soru sorsam, bu tek bilinmeyenli bile değil. Tek bilinmeyenli bir denklemse, denklemlere ayıp olacak, yazık olacak, hakaret olacak. Bu çok açık ve çok net. Peki, 15 Temmuz darbesini gerçekleştirenler ve yapmaya çalışanlar acaba onu orada bırakırlar mı?

Sonra, gelelim ondan önceki sürece, 17-25 Aralık’a, 6-7 Ekim olaylarına. Kendi Twitter’larından istedikleri ayarlamaları yapabilen, sosyal medyadaki hızlılığı, yavaşlılığı istedikleri gibi kontrol edenler, Gezi olaylarında sanal binlerce tweet atıp Türkiye’deki kamuoyunu yükseltmeye çalışanlar, sadece yurt içinde kendi teknik kabiliyetleriyle bunu yapmaya kadirler mi? Bu da elbette şaibeli. Bunu da şu anda en küçük çocuklarımız sosyal medyayı iyi bildikleri için bizden çok daha iyi anlayabilme ve yorumlayabilme kabiliyetine sahipler.

Biz dünyanın en pahalı coğrafyasındayız, bu coğrafyayı bize yar etmemek istemelerini de kabul etmiyoruz, anlamakta da zorlanmıyoruz. Onun için, bizim sistemimizin her bir tarafındaki en ufak bir açık, bizim rakiplerimizin sahada faulle hareket etmeleri için onları iştahlandırıyor. Ve bu bizim sadece bugünümüzle ilgili değil, bu Fatih Sultan Mehmet Han’la da ilgilidir, bu Osman Gazi’yle de ilgilidir, bu adı-sanı belli olmayan, ama bu ülkede bizim bugün hür ve özgür yaşamamızı sağlayan, sadece annesinin ve babasının arkasından ağladığı, ama hiçbir zaman o ölen halini görmediği şehidimiz için de önemlidir. Biz kendimizden, eve gittiğimizde çekirdek ailemizden sorumlu olan insanlar falan değiliz. Bu topraklar ne kadar pahalıysa, bu toprakların üzerinde yaşayan insanların da sorumluluğu o kadar fazladır. Biz İskandinav ülkesinde falan yaşıyor değiliz, kimse kusura bakmasın.
Bizim işimiz sadece günün en hit müziklerini dinleyenler falan da değil, bunu dinleyenlere de niçin dinliyorsunuz demiyorum. Bizim görevimiz, onların rahat bir şekilde yaşayabilmesini ve standartlarını yüksek bir şekilde yaşayabilmesini temin etmektir. Ama sorumluluklarımız biraz önce söylediğim gibi diğer ülkelerle çok farklıdır. Ve meselelerin derinine derinine girmeliyiz, girmezsek, yüzeysel olarak bakarsak sonuç üretemeyiz.

Geçen yıl Malatya’da 13 evin kapısına, Alevi vatandaşlarımızın yaşadığı evin kapılarına çarpı işareti yapıldı. Ardından yine Malatya’da, tesadüf o ya, bir yeni kurulan kilise derneğinin camına yoldan geçen birisinin taş atası tuttu. Yine tesadüf o ya, bir kadın elinde A4 kağıdıyla beraber bir şey yazıp sokağa çıktı. Tesadüf o ya, Adana’da yine oradaki vatandaşlarımızın bir bölümünün mezarlarının mezar taşları kırıldı. Yine tesadüf o ya, İstanbul’da Bahçelievler’de bir evin kapısına çarpı atıldı. Yani istatistik okudum ben üniversitede, biraz da istatistik üzerine çalıştım, kafa yordum, böyle bir istatistiki sonuç hiç görmedim, görmek de mümkün değil zaten.

Şimdi bizim yapmamız gereken, hiçbir olayı tesadüfe bırakmamak, işin içine bakmaktır. Bizatihi bu ülkenin Bakanı olarak bunların her birinin üzerine tek tek gittik. Ne gördük? İşin arka planını daha yakalayamadık, ama işin müsebbiblerini yakaladık. İşin müsebbiblerinin hiçbirisi böyle bir ideolojik veya böyle bir mezhebi olayı yapabilecek kabiliyetlerinin olmadığı gördük, böyle bir hayat felsefeleri yok. Tam tersi, bazıları da çakışmakta bununla, yani örtüşmektedir. Anlaşılıyor ki Türkiye’de birileri sadece Dolar ve Euro operasyonları yapmak istemiyor, aynı zamanda Türkiye’nin önemli fay hatlarından bir tanesi olan Türkiye’de Alevi-Sünni meselesini, bir mezhep meselesini kaşımak için de hem Alevi kardeşlerimizi, Alevi vatandaşlarımızı, hem Sünni kardeşlerimizi, Sünni vatandaşlarımızı birbirleriyle nasıl karşı karşıya getirebilirim ve sinir uçlarını nasıl harekete geçirebilirim diye bir planlamanın içerisinde. 80 darbe öncesi böyle yapılmadı mı? Kahramanmaraş okuduğumuz kitaplar hala yerli yerinde duruyor, o piyangocular oraya nasıl gönderildi? Bir kısmının Alevi mahallelerine, bir kısmının Sünni mahallerdeki camilere gidip nasıl bir tahripkar durum ortaya koydukları apaçık ve net ortada. Aynısı Çorum olayı, aynısı Tokat olayları, daha bir sürü sayabiliriz, birçok sayabiliriz, Hamido’nun katledilmesi ve bütün bunların yerli bir akılla yapılabilmesi ihtimali de büyük bir lojistik olmadan söz konusu değildir. Lojistiğin de nereden geldiği apaçık ortadadır, lojistiğin nereden geldiği belli. Rakka’da DEAŞ’la PYD’yi kim uzlaştırıyorsa, lojistiğin sahibi odur; o kadar açık ve net. Yani bu ülkede 6-7 Ekim olayları niçin oldu? Ben dertleşiyorum, Allah rızası niçin oldu? Ben 3, 4, 5 Ekim’de Sayın Cumhurbaşkanımızın bana vermiş olduğu talimatla beraber ben o bölgedeydim. 3,4,5 Ekim, bu tablonun olacağını elimdeki bir mekanizmayla değil ama his derler ya, bir birikim, hava, iklim, gerginlik, bir şey oluşturulmaya çalışılıyor. Allah’a şükür bugün gördüğümüz Ağrı ile o gittiğim Patnos ve Ağrı, bugün gördüğümüz Muş’la o gün gittiğimiz Muş ve Varto, ki o gün de Varto’daydım, dün gittiğimiz Iğdır, Kars, aynı şekilde o gün de Iğdır ve Kars’taydım. Niçin oldu bu? Ayn el-Arap veya Kobani olayları, “DEAŞ geliyor buraları ele geçirecek”, öyle mi, burada büyük bir etkinlik kuracak. Hem içeride, hem de dışarıda büyük bir hava ve büyük bir iklim oluşturdular. Fotoğrafın sonunda ne gördük? Bunların hepsi yalanmış, biz fotoğrafın sonunda bunu gördük. Arada DEAŞ’la PYD’nin-PKK’nın 28 Kasım itibariyle imzaladığı anlaşmaları biliyoruz, hep beraber biliyoruz. Nasıl DEAŞ’ın oradan salıverildiğini de biliyoruz. Avrupa’nın nasıl telaşa kapıldığını gördük; “acaba bu DEAŞ’lılar nereye gidecekler, bizim ülkelerimize mi gelecekler, bizi patlatacaklar mı” diye endişeleniyor.

Şimdi bu tabloları okuyarak Türkiye içerisinde yapabileceğimiz meseleleri en iyi şekilde ve mükemmeliyet ölçüsünde yapma zorunluluğumuz olduğunu bir kere daha burada sizinle paylaşmak istiyorum. Bu fotoğraf açık ve net. Bir sınırlarımızın dışındaki bir olayı, iki sınırlarımızın içerisindeki bir olayı örnekleştirerek sizinle paylaşmak istedim.

Ve özellikle bugün çok mutlu olduğum ve bu konuda sizin iki gündür burada ortaya koyduğunuz değerlendirmelerle hakikaten çok verimli sonuçlar oluşturduğunuzu, oluşturacağınıza olan inancımı ifade etmek isterim. Çünkü devletin bütün birimlerinin verimliliğini karşılaştığımız bu küresel baskıya karşı bizim direncimizi artıracaktır.
İçişleri Bakanlığı olarak aslında bir süredir kendimizi yenileme ve kamu verimliliğini artırma yönünde önemli adımlar attık ve halen ciddi projeler yürütüyoruz. Bunlardan birisi, kısaca İZDES, İzleme Değerlendirme Sistemi olarak ifade ettiğimiz bir projedir. Bunun üç aşması söz konusudur. Kamunun hizmet alan bütün taraflarla temas halinde olduğumuz, modern yönetim anlayışının bütün gereklerini içinde barındıran bir proje. Heyetler halinde arkadaşlarımız il ziyaretleri yapıyorlar, valilikleri, kaymakamlıkları, buralarda hizmet alan insanları ziyaret ediyoruz. Ve kaymakamlıkları, orada hizmet edenleri ziyaret ettikten sonra da eksiklikleri ve talepleri değerlendirmek suretiyle kendimize bir yol haritası belirliyoruz.

Yine önem verdiğimiz bir proje, açık kapı projesidir. Bu proje de biraz önce söylediğim İZDES’e biliniz ki kaymakamlığın veya nüfus idaresinin altındaki jeneratör dairesini bilmiyoruz, hiç kapısı açılmış mı-açılmamış mı? Bakılmış mı-bakılmamış mı? Bunun gereği nedir-ne değildir? Tamiri-bakımı yapılıyor mu-yapılmıyor mu? Ve önem verdiğimiz diğer bir proje de açık kapı projesidir. Buralarda biraz önce bahsettiğim aslında İzleme Değerlendirme Sistemi de, diğer sistemler de, açık kapı projesi de esas itibariyle şu dikey iletişim kopukluğunun bir şekilde giderilmesi, aşağı ile yukarının birbiriyle hangi politikayla ve stratejiyle, tam bir dille, tam bir duygudaşlıkla anlaşabilmesini temin etmek için sadece bazılarını ısıtmaktır şu anda, yaptığımız o, sadece bu ortamı ısıtıyoruz. Ve burada da özel açık kapıda vatandaşla idarenin temas ettiği ilk noktayı ele alıyoruz. Vatandaşın karakterini, beklentilerini, şikayetlerini, aslında bunu daha önce belediyeler bir beyaz masa suretiyle yaptılar ve çok iyi bir başarılı proje, bir iyi uygulama örneği de olarak ortaya koydu. Ve bunların kayıt altına alma, analiz ederek ve buradan kendimize bir plan ve sonuç çıkaran yeni bir anlayış ortaya koymaya çalışıyoruz.

Yine bir başka projemiz, Yalınlaştırma Projesi’dir. İçişleri Bakanlığı olarak geniş bir alanda hizmet veriyoruz ve bu hizmet alanlarında kesişen, çakışan noktalar var. Söz gelimi bir idari işlemle ilgili prosedür belirlenmiş, sonra zamanla başka bir gelişme yaşanmış, başka düzenlemeler getirilmiş, bir önceki düzenlemenin evrakı belki atıl hale gelmiş, ama hala talep ediliyor. Bunları tespit ettik. Nerelerden tasarruf edebiliriz? Sistemleri birbirine entegre etmek suretiyle hem vatandaşlarımızın evrak yükünü, hem memurumuzun işlem yükünü nasıl azaltabiliriz diye bir analizin içine girdik. Bu çalışma kapsamında Bakanlığımıza başvuru neticesinde gerçekleştirilen 648 hizmetin tamamı Başbakanlık hizmet yönetim envanterinde tanımlanmıştır. Yapılan analiz neticesinde bu hizmetlerde istenilen belge sayısının 2185 olduğunu saptadık ve arkadaşlarımız yaptıkları çalışmalarla bunların 700 adedinin bilişim altyapımızın verdiği imkanlarla karşılayabileceğimizi tespit etti. Yani işlemlerde yüzde 32 oranında rahatlama ve azalma elde ettik; bu önemli bir adımdır, inşallah devamı da gelecektir. Örneğin, Emniyet Genel Müdürlüğü’nde, şunu söylemek isterim: Arkadaşlarımla oturduk ve baktık, birçok çalışmanın ve birçok daire başkanının birbiriyle dublikasyon olduğunu, ikilem olduğunu, bunları birleştirirsek hem verimliliği, hem de birbiriyle duygudaşlığı ve kabiliyetini artırabileceğimizi düşünüyor ve dedim ki; bunun üzerine çalışın, ama herkesle çalıştık. Ve buradan yarın tekrar tartışılmayacak, ama ihtiyaç da olursa tekrar değerlendirilebilecek bir sonuç ortaya çıkartın ve bunu gerçekleştirme kabiliyetini sağlayın. Şimdi arkadaşlarımız ona çalışıyor ve önemli bir noktaya daha geldi. Ve inanıyorum ki bütün bunlarla birlikte herkes kendi alanını bu değerlendirmeleri, çalışmaları ortaya koyar ise kamu verimliliğini artırabilecek gelişmeleri sağlayabiliriz.

Yine bu bir eleştiri değil, ama kamu binalarının yapılması dahil teker teker her biri gözden geçiriliyor. Çünkü 1980’lerin, 70’lerin, 60’ların soğuk savaş döneminin değerlendirmeleriyle 21. asrın bugün bilişimin en üst noktada olduğu bir anın değerlendirmesinin birbirleriyle eşleştiremeyiz. İnanıyorum ki bu konuda bu adımlarımızı hep birlikte atmalıyız.

Ve şunu söyleyeyim: Kamunun ihtiyacını müteahhit belirleyemez arkadaşlar, yok böyle bir şey, kamu ihtiyacını biz belirleriz. Vatandaşın hizmet anlayışı ve bizim ne hizmet sunacağımız belirler. İki iki daha dört. Biz idareden ne bekleriz? Bizim işimizi standardı en yüksek şekilde vatandaşımızın en rahat ve uzun süreli, verimli hizmet alabileceği, standardı yüksek bir hizmet alabileceği bir işin bize teslim edilmesini bekleriz, bu kadar açık ve net. Buradaki normları eğer ayırırsak, zannediyorum ki sonuç alma kabiliyetine sahip olabiliriz.

Bütün bu anlattıklarımdan varmak istediğim sonuç şudur: Dünyada bir şeyleri kendi arzularına göre değiştirmek, şekillendirmek isteyen bir irade var. Ancak arzu ettikleri şey, sadece kendi menfaatlerine yöneliktir. Türkiye bu noktada bir duruş ortaya koymaktadır. Sizlerin çalışmaları da işte tam da buna yöneliktir. Türkiye’de devletle vatandaş ilişkisinin güçlenmesine yönelik atılan her adım, Türkiye’de aynı zamanda kardeşliğin güçlenmesine yönelik atılan her adımın küresel bir yansıması vardır ve bu mutlaktır.

Bir taraftan da 2019’a iyi bir hazırlık ve 2019 sonrasına ve hedeflerimize yönelik iyi bir hazırlığı ortaya koymak da bizim kaçınılmaz sorumluluğumuzdur, bunu gerçekleştirmeliyiz.

Bu vesileyle özellikle bu toplantıda ele alınan konular bizim açımızdan bir taraftan kurumsal kapasitenin geliştirilmesi, diğer taraftan kamu hizmetlerinin etkinliği açısından mülki yönetimin büyüklüğü ve yine sınır güvenliği ve göç yönetimi konusunda ortaya konulan değerlendirmeler bizim hem güncel, hem de geleceğe ait belirleme ihtiyacımız olduğu çalışmalardır.

Bu açıdan göstermiş olduğunuz destek için özellikle her birinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum; bu salonda olanlar-olmayanlara, Hacettepe Üniversitemize, HÜYAM Yerel Yönetimler Araştırma Merkezine, özellikle İller İdaresi Genel Müdürlüğümüze, oranın tüm çalışanlarına ve bu koordinasyonda bize yardımcı olan tüm organizasyon ağına ve yine çeşitli üniversitelerimizden, sahadaki çeşitli arkadaşlarımızdan buralara katılan akademisyenlere ve bu işin aslında ehemmiyetini ve önemini kavrayan herkese ayrı ayrı teşekkürlerimi sunuyorum.

Buradaki çalıştayların da, buradaki konuların da gelecek Türkiye’sinde önemli altlıklar oluşturacağına olan inancım tamdır. Niyetin halis, akıbetin de halis olacağına inananlardanım. Biz gayret etmek zorundayız. Sonucu da, meseleyi belirleyen Cenabı Allah’tır, ona teslimiz. Ama biz elimizden geleni yapmak durumundayız. Biz sabah saat 10’da Trabzon’da bir kongredeydik, buradan gittik, oradan Ağrı’ya, oradan Muş’a, oradan buraya, şimdi buradayız. Sabahın erkeninde Ankara’da istihbarat ve koordinasyon toplantısına katılabilmek için Bakanlığa gideceğiz. Biz görevimizi yapmakla mükellefiz, bir üstünlüğümüz yok. Ama elimizden geleni yaparsak, Cenabı Allah’ın da bizim yardımımızda olacağı bizim inancımızın bize ifade ettiğidir.

Kapılar açıktır, burada gayretli ve güzel bir iş yapılmıştır, bize kapıların açılabileceği bir iş yapılmıştır. Bu vesileyle bütün katılımcılara, bütün hazirûna tekrar şükranlarımı arz ediyorum. Emeklerine ayrıca minnetlerimi ifade ediyorum, her birinize hayırlı geceler diliyorum.

Çok teşekkür ederim.